~SACRA HİKÂYELERİ~
YAZAR: Isshi (Kagrra,)
ÇEVİRİ: Juu & Shuu
2. Hikaye: 3 Bacakla Koşmak
Babamdan nefret ediyordum. Suskun, hiçbir zaman başarılı olamayan ve daima üzerinde yağ lekeleri olan… Kalbimin derinliklerinde onun için böyle düşünüyor ve onun gibi olmak istemiyordum.
Ailem küçük bir yer işletiyordu. Babamın sabah 10’dan akşam 7’ye kadar huysuz bir suratla çalıştığı, lastiklerdeki delikleri ve zincirleri onarıp gönderdiği bir bisiklet dükkanı. Nefret ediyordum çünkü okula giderken ve eve gelirken o ifadeyi yüzünde görmek istemiyordum. Dükkana giriş-çıkış için kullanılan arka kapıdan girmekten kaçınıyordum. Liseden mezun olup, Tokyo’daki üniversite için hazırlanıp sonra da çalışmak için buraya geldiğimde de hislerim değişmemişti.
Sanırım okula başladığım ilk sene, babamdan da nefret etmeye başladığım seneydi. Okulda, 5 Mayıs Çocuk Bayramı’nda ‘Carp Streamer Assembly’ adlı bir atletik spor buluşması olmuştu. Çoğu bireyin seçtiği yarışma ‘Üç Bacakla Koşma’ yarışmasıydı. Bütün çocuklar bu yarışmaya babasıyla katılacaktı ama benim babam uzun zaman önce kaza geçirdiği ve sağ bacağını sakatladığı için yarışmaya annemle katılacaktım.
Bu ilkokulda olmuştu ama iyi mi yoksa kötü bir şey mi hala bilemiyorum.
“Niye annenle koşacaksın ?”
“Annenle koşacak olan bir tek sen varsın. Yoksa anne kompleksin mi var ?”
Babamın bacağındaki sorunu bilmeyen sınıf arkadaşlarımdan böyle sorular gelmişti. Bunun üzerine babama karşı kin beslemeye ve her şeyden dolayı onu suçlamaya başlamıştım. Babam sessizliğini korudu ve bana sadece;
“Beni azarlamaktan başka bir şey yapmıyorsun.” dedi. Hiçlikten bencilliğe dönüşen kızgınlığımla ikilemde kalmıştım.
Bütün bunları hatırlamamın nedeniydi 2 gün önce annemin beni araması. Babamın hastanelik oluşuyla ilgili konuştuk ve bana ne zaman geri döneceğimi sordu.
Babamın bacağındaki sakatlık, komşularıyla gittiği çiçek seyrinden dönerken olmuştu. Ayağı takılıp düşmüş ve kafasını birkaç kez vurmuştu. Çok endişelenmişti çünkü zamanının çoğunu hastanede geçirmek zorunda kalmıştı.
Çocukluğumun en güzel döneminde ansızın gelen sevimsiz anılardı. İç geçirerek “Ah, hadi ama!” diye homurdanırken Tokyo İstasyonu’nun numarasını çevirdim ve sabahın ilk hızlı trenine bir bilet ayırttım. Annem beni istasyonda karşıladı. Yağ kokan, sıkıntılı evime dönmeyeli uzun zaman olmuştu. Hayatımın ilk 18 yılını geçirdiğim odama çıktım ve çizimlerimde dolu olan masamın önündeki sandalyeye oturduğumda, daha önce görmediğim bir fotoğrafın orada durduğunu fark ettim. Annem, ben fark etmeden odaya girene ve “Baktığın fotoğrafı baban oraya koymamı söyledi.” Diyene kadar fotoğrafa baktım.
Fotoğraf lise zamanımda çekilmişti. Bölge içi yapılan bir yarışmada kazandığım beleyi gösterip gülümsüyordum.
“Bunu neden yaptı ?” dedim anneme fotoğrafı verirken.
“Biliyorsun baban çok mutluydu. Kendi başına da koşamıyordu değil mi ? Bu yüzden seni koşarken görmek onu mutlu ediyordu.” Diyerek kaşlarını kaldırdı ve elini çenesine dayadı.
“Hmm… Anladım… Peki, babam nasıl ?”
Babamın sakatlığı hakkında bu soruyu sorduğumda annem oturdu ve üzgün bir şekilde bakarak bana cevap verdi.
“Baban başını vurduğunda sorun yokmuş gibi görünüyordu ama sanırım bir süre daha eve gelemeyecek.”
Bunları duyduğumda sandalyemi anneme karşı çevirdim ve tekrar sordum.
“Neden ? Endişelenecek bir şey mi var ?”
Annemin bakışları daha da kararmıştı.
“Öyle görünüyor ki baban kanser.” dedi sessizce, yerdeki paspasa bakarken.
“Sağlık durumu uzun zamandır kötüye gidiyordu ama o bundan hiç bahsetmedi ve hep dayandı değil mi ? Muayene sırasında kanser olduğu ortaya çıktı. Öyle görünüyor ki sürekli acı çekmesinin sebebi buydu. Hatta doktor dedi ki ‘Hastalık bu evreye gelene kadar nasıl fark etmediniz ?’ Seni bu yüzden buraya çağırdık.”
Annemin bu ani itirafı karşısında bir anlığına düşünemez hale gelmiş ve endişelenmiştim. Sonra dedi ki;
“Şimdilik bu şekilde tedavi edilebilir ama biliyordun eğer hastaneden ayrılırsa haftada birkaç kez daha gitmek zorunda kalacak. Eğer böyle olursa, işe onun yerine devam edebilir misin ? Onu en çok üzen bu ve… Onu sahiplenebilir misin ?”
Annemin tamamıyla beklenmedik bu sözleri beni sessizliğe gömmüştü.
Annem yavaşça ayağa kalktı ve fotoğrafı elleri arasına aldı.
“Baban bana, sana bunu hayatta açıklayamayacağını söylemişti. Bende bir süre sakladım ama… Babanın bacağının bu hali, seni korumak istemesindendi…” Bunları belli belirsiz söylemişti.
“Ne demek istiyorsun ?” dedim sinirle karışık bir sesle.
“Muhtemelen hatırlamıyorsun çünkü küçüktün. Bir gün sen evin önünde oynarken ve topun arkasından koştururken yolun diğer tarafına atladın. Bir araba senin üzerine doğru geliyordu ve… Baban senin yerine geçti.”
Bunları dinlerken o ana ait anılar belli belirsiz canlandı kafamda. Ben çok küçükken olmuş olan o olay bana ağır gelmişti. Ve hafızamın derinliklerinde kazaya ait olan her şeyi saklıyormuşum. Bu doğru… Gerçekten babam beni kurtarmıştı.
Bunu fark ettiğimde gözlerim boşluğa dalmış ve gözyaşlarım akmaya başlamıştı.
“ ’3 Bacak’ yarışmasında seninle koşamayacak olmasından dolayı babana kızmandı kalbimi kıran… Ama bu baban için daha çok acı vericiydi olmuştu. Seninle birlikte koşmayı gerçekten çok istiyordu… Bacağı seninkine göre çok gergindi ama koşmak istemişti.”
Bunları söyledikten sonra yüzünü elleriyle kapatıp merdivenlerden aşağı indi.
Bir süre resme bakıp durdum, fakat annemin özel ‘Uskumrulu Miso Çorbası’nın kokusu burnuma gelince merdivenlerden aşağı mutfağa inip ona dedim ki;
“Dükkanı devralacağım…”
Bana dönmeden sadece “Peki.” dedi.
Yarın babamı görmeye gidecek ve ona şunu diyeceğim;
“Baba, bundan sonra seninle gerçekten 3 bacaklı olacağız.”
Annem düşüncesizce, sebzeleri sesli sesli keserken böyle hissediyordum.
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder