YAZAR: Isshi (Kagrra,)
ÇEVİRİ: Juu & Shuu
3. Hikâye: Bir Taç Yaprağı
Günlerden bir gün, dağın ücra eteklerinde, çocukken ailesini kaybetmiş genç bir adam yaşıyordu.
Köy çok uzaktaydı ve sosyalleşmek genç adama göre değildi. Bu yüzden kendi başına yaşamaya başlamıştı; yufka yürekli genç adam, bütün gün tarlasında çalışıyor ve ihtiyacı olan bir şey olduğunda değiş-tokuş için köye iniyordu. Günlük hayatından memnundu.
Hazır genç adamın günlük işlerinden bahsetmişken, köye giden o yolda, eski görünümlü kutsal Jizou*’nun türbesinin yanına dikilmiş harika bir kiraz ağacı vardı. Oraya her gün bir şeyler bırakıyordu ve kutsal Jizou’nun cevap vermeyeceğini bildiği halde ailesi, çocukları ve hatta arkadaşları bile olmadığı için kalbinin derinliklerinden gelen sesle yalnızlığıyla ilgili her şeyi unutmak için ona yalvarıyordu.
Bir gün, genç adam yiyeceğinin azaldığını fark etti. Köye inip değiş-tokuş yapması gerekiyordu. Tarlasında yetiştirdiği birkaç sebzeyi sırtlandı ve her zamanki gibi kutsal Jizou’nun yıkılmak üzere olan türbesine doğru yola koyuldu. Türbede, adakların yendikten sonra kalan kırıntıları duruyordu ve öyle görünüyordu ki neredeyse yıkılmakta olan Jizou’nun türbesinin yanından geçen yolcular kabul edilmek için dua etmişler, yağmur ve çiyden korunmak için tüm geceyi orada geçirmişlerdi.
“Şimdi… Ne yapılabilir ki…”
Bunları şaşkınlıkla gören genç adam, hemen çantasını bırakıp kutsal Jizou’yu olduğu yerden kaldırıp kendi yerine bıraktı ve sonra yüzündeki çamuru temizledi.
“Ne ? Önlüğü de mi kayıp…”
Etrafına bakındı ve ağacın dallarından sarkan çamurlu önlüğü fark etti. Ona ulaşmayı denedi ama zaten Jizou’ya uygun bir şey değildi. Ne yapacağını bilemedi ve sonra:
“Bu yaptıkları çok günah… Yapılacak bir şey yok, sana bunu verdiğim için lütfen beni affet…”
Genç adam üzerindeki havluyu çıkarıp kutsal Jizou’nun boynunun etrafına sardı.
“Bu o kadar da güzel değil fakat diğerinden daha iyi…”
Bunu söyledikten sonra yükünü tekrar sırtlandı ve yola koyuldu.
O gece, yorgun bir şekilde yatağında yatıyorken, birisi genç adamın evini ziyarete geldi.
“Tık tık… Tık tık tık tık…”
“Bu kim olabilir… Gecenin bu saatinde…”
Şöyle bir gerçek vardı ki, normalde kimse onu ziyarete gelmezdi ama ne olduysa gecenin bir yarısı birileri ziyarete geliyordu. Duvarda asılı olan çapayı eline aldı, ürkekçe yaklaştı ve giriş kapısının kilidini açtı. Kapıyı açtığında o kadar şaşırmıştı ki elindeki çapayı düşürmüştü.
Güzel, iyi giyimli bir kız, tek başına durmuş ona bakıyordu.
“Lütfen gecenin bu saatinde sizi rahatsız ettiğim için beni bağışlayın. Aslında, çocukken beni ayırdıkları annemi arıyordum fakat kayboldum. Ayrıca güneş de battı. Tarla da yatmaya bile razıyım, yeter ki evinizden gelen ışığı görebileyim. Buraya bu yüzden geldim. Şüpheleniyor olmalısınız ama lütfen bu gece burada kalmama izin verir misiniz ?”
İlk başlarda oldukça şaşırmış olan genç adam, kızın hikâyesini duyunca üzüldü ve kıza, eve sığınması için nazik bir teklifte bulundu.
“Hiçbir şeyim yok ama rahat ol lütfen.”
Her zaman uyuduğu futonunu kıza verdi ve gecenin geri kalanını yerde, bir köşede uyuyarak geçirdi.
Sabah, genç adam yıllar sonra ilk defa sıcak Miso Çorbasının kokusuyla uyanmıştı.
“Mutfağınıza izinsiz girdiğim için bağışlayın. Umarım bunu beğenirsiniz.”
Kız, yeni yapmış olduğu Miso Çorbasını ona uzattı.
“Hayır, hayır önemli değil. Yiyecek bir şeyim olmadığı için özür dilemesi gereken benim.”
Miso Çorbasından bir yudum aldıktan sonra kıza sordu:
“Anneni aradığını söylemiştin. Hiç ipucu bulabildin mi ?”
Bu sorudan sonra kızın yüzü asıldı ve cevap verdi:
“Aslında, sadece burada bir yerde yaşadığını duydum ama nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Etrafa sormak dışında başka seçeneğim yoktu…”
“Anlıyorum… Bu ciddi bir sorun.”
Genç adam ellerini kavuşturup düşündü ve sonra kıza bir öneride bulundu.
“Birkaç günde bir birlikte köye inip millete sormaya ne dersin ? Neresinden bakarsan bak yalnız yolculuk etmek bir kız için çok tehlikelidir. Ve eğer istersen, burada istediğin kadar kalabilirsin.”
Bunu duyduktan sonra kızın yüzü ışıldadı ve defalarca eğilip teşekkür etti. Sonra kendine biraz Miso Çorbası koyup yudumlamaya başladı.
“Bu kim olabilir… Gecenin bu saatinde…”
Şöyle bir gerçek vardı ki, normalde kimse onu ziyarete gelmezdi ama ne olduysa gecenin bir yarısı birileri ziyarete geliyordu. Duvarda asılı olan çapayı eline aldı, ürkekçe yaklaştı ve giriş kapısının kilidini açtı. Kapıyı açtığında o kadar şaşırmıştı ki elindeki çapayı düşürmüştü.
Güzel, iyi giyimli bir kız, tek başına durmuş ona bakıyordu.
“Lütfen gecenin bu saatinde sizi rahatsız ettiğim için beni bağışlayın. Aslında, çocukken beni ayırdıkları annemi arıyordum fakat kayboldum. Ayrıca güneş de battı. Tarla da yatmaya bile razıyım, yeter ki evinizden gelen ışığı görebileyim. Buraya bu yüzden geldim. Şüpheleniyor olmalısınız ama lütfen bu gece burada kalmama izin verir misiniz ?”
İlk başlarda oldukça şaşırmış olan genç adam, kızın hikâyesini duyunca üzüldü ve kıza, eve sığınması için nazik bir teklifte bulundu.
“Hiçbir şeyim yok ama rahat ol lütfen.”
Her zaman uyuduğu futonunu kıza verdi ve gecenin geri kalanını yerde, bir köşede uyuyarak geçirdi.
Sabah, genç adam yıllar sonra ilk defa sıcak Miso Çorbasının kokusuyla uyanmıştı.
“Mutfağınıza izinsiz girdiğim için bağışlayın. Umarım bunu beğenirsiniz.”
Kız, yeni yapmış olduğu Miso Çorbasını ona uzattı.
“Hayır, hayır önemli değil. Yiyecek bir şeyim olmadığı için özür dilemesi gereken benim.”
Miso Çorbasından bir yudum aldıktan sonra kıza sordu:
“Anneni aradığını söylemiştin. Hiç ipucu bulabildin mi ?”
Bu sorudan sonra kızın yüzü asıldı ve cevap verdi:
“Aslında, sadece burada bir yerde yaşadığını duydum ama nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Etrafa sormak dışında başka seçeneğim yoktu…”
“Anlıyorum… Bu ciddi bir sorun.”
Genç adam ellerini kavuşturup düşündü ve sonra kıza bir öneride bulundu.
“Birkaç günde bir birlikte köye inip millete sormaya ne dersin ? Neresinden bakarsan bak yalnız yolculuk etmek bir kız için çok tehlikelidir. Ve eğer istersen, burada istediğin kadar kalabilirsin.”
Bunu duyduktan sonra kızın yüzü ışıldadı ve defalarca eğilip teşekkür etti. Sonra kendine biraz Miso Çorbası koyup yudumlamaya başladı.
Bir süre sonra ikisi birbirlerine âşık oldular, kendi kendilerine yeminler edip karı koca oldular. Kız her zamanki gibi annesini arıyor ama bulamıyordu. Onu bulabilmesi için etrafta hiç ipucu yoktu ve ikisinin de fikirleri tükenmişti.
Neredeyse 1 sene sonra, kızın geldiği zamanlar genç adam garip bir şey fark etti. Bilinmeyen bir nedenden dolayı, ilkbahar çoktan geçmiş olmasına rağmen kiraz ağacının çiçeklerinin taç yaprakları bir yerden gelip evin etrafında uçuşuyordu.
“Ne kadar garip değil mi… ?”
Bu çok da büyük bir dert değildi ve O’da çok dikkat etmemişti ama her zaman etrafta uçuşan taç yaprakları buluyordu.
Bundan sonra 3 yıl daha geçti. Kız annesini aramaktan vazgeçmişe benziyordu. Artık onu hevesle aramıyordu. Artık köye bile çok sık uğramıyorlardı. Ama o ikisi fakir olsalar da mutlu bir yaşam sürüyorlardı ve asla şükran duymayı ihmal etmiyorlardı. Her gün kutsal Jizou’ya gidip dua ediyorlardı.
Bir gün, her zamanki gibi kutsal Jizou’nun türbesine gittiklerinde bir kalabalık gördüler. Genç adam, kendi kendine söylenip kiraz ağacına bakan adama döndü ve sordu:
“Bir şey mi oldu ? Neden herkes burada toplanmış ?”
Adam cevap verdi:
“Hım… Kararlaştırdığımız üzere bu ağacı kesmek zorundayız. Ama bu düşündüğümüzden daha zor gibi gözüküyor.”
Genç adam kendi kendine mırıldandı:
“Çok güzel bir kiraz ağacıydı… Yazık…”
Kızda aynı şekilde hissediyordu. İkisi, başları eğil bir şekilde eve döndüler. Perişan hissediyorlardı.
O gece genç adam yatağa geldiğinde kız sessizce konuşmaya başladı.
“Hayatım, sana bir şey söylemem gerek.”
“Nedir o ? Söyle bana.”
“Aslında, sana elveda demem gerekiyor.”
Bu korkunç şeyi duyduktan sonra genç adam kıza doğru döndü.
“Ne ? Birden bire… Bir şey mi oldu ?”
O anda kız yüzünü saklayıp gözyaşlarına boğuldu.
“Sana… Sana başından beri yalan söylüyordum. Belki buna inanmayacaksın ama ben o kiraz ağacının ruhuyum. Jizou’nun türbesine gelmeye başladığından beri seni izliyordum ama önceden de biliyordum ki sana âşıktım çünkü sen çok kibardın. Dileğimin gerçekleşmeyeceğini başından beri biliyordum ama hislerime karşı koyamadım ve sana geldim. Başından beri… Bu günün geleceğini biliyordum.”
Bunu söyledikten sonra hafif bir ışık vücudunu aydınlattı.
“Bekle… Senin o ağacın ruhu olmanı anlıyorum ama… Neden bunun bir parçası olmak zorundayız ? Hayır, bunu istemiyorum. Ağacın ruhu ya da başka bir şey, sen sensin. Lütfen benimle kal.”
Genç adam kızın silueti kaybolana kadar ağladı. Kızdan geriye bir tek, uçuşan bir taç yaprağı kalmıştı.
Avucundaki taç yaprağıyla içini çekerek ağlamaya devam etti. Sadece kızın bulanık sesini duymuştu:
Neredeyse 1 sene sonra, kızın geldiği zamanlar genç adam garip bir şey fark etti. Bilinmeyen bir nedenden dolayı, ilkbahar çoktan geçmiş olmasına rağmen kiraz ağacının çiçeklerinin taç yaprakları bir yerden gelip evin etrafında uçuşuyordu.
“Ne kadar garip değil mi… ?”
Bu çok da büyük bir dert değildi ve O’da çok dikkat etmemişti ama her zaman etrafta uçuşan taç yaprakları buluyordu.
Bundan sonra 3 yıl daha geçti. Kız annesini aramaktan vazgeçmişe benziyordu. Artık onu hevesle aramıyordu. Artık köye bile çok sık uğramıyorlardı. Ama o ikisi fakir olsalar da mutlu bir yaşam sürüyorlardı ve asla şükran duymayı ihmal etmiyorlardı. Her gün kutsal Jizou’ya gidip dua ediyorlardı.
Bir gün, her zamanki gibi kutsal Jizou’nun türbesine gittiklerinde bir kalabalık gördüler. Genç adam, kendi kendine söylenip kiraz ağacına bakan adama döndü ve sordu:
“Bir şey mi oldu ? Neden herkes burada toplanmış ?”
Adam cevap verdi:
“Hım… Kararlaştırdığımız üzere bu ağacı kesmek zorundayız. Ama bu düşündüğümüzden daha zor gibi gözüküyor.”
Genç adam kendi kendine mırıldandı:
“Çok güzel bir kiraz ağacıydı… Yazık…”
Kızda aynı şekilde hissediyordu. İkisi, başları eğil bir şekilde eve döndüler. Perişan hissediyorlardı.
O gece genç adam yatağa geldiğinde kız sessizce konuşmaya başladı.
“Hayatım, sana bir şey söylemem gerek.”
“Nedir o ? Söyle bana.”
“Aslında, sana elveda demem gerekiyor.”
Bu korkunç şeyi duyduktan sonra genç adam kıza doğru döndü.
“Ne ? Birden bire… Bir şey mi oldu ?”
O anda kız yüzünü saklayıp gözyaşlarına boğuldu.
“Sana… Sana başından beri yalan söylüyordum. Belki buna inanmayacaksın ama ben o kiraz ağacının ruhuyum. Jizou’nun türbesine gelmeye başladığından beri seni izliyordum ama önceden de biliyordum ki sana âşıktım çünkü sen çok kibardın. Dileğimin gerçekleşmeyeceğini başından beri biliyordum ama hislerime karşı koyamadım ve sana geldim. Başından beri… Bu günün geleceğini biliyordum.”
Bunu söyledikten sonra hafif bir ışık vücudunu aydınlattı.
“Bekle… Senin o ağacın ruhu olmanı anlıyorum ama… Neden bunun bir parçası olmak zorundayız ? Hayır, bunu istemiyorum. Ağacın ruhu ya da başka bir şey, sen sensin. Lütfen benimle kal.”
Genç adam kızın silueti kaybolana kadar ağladı. Kızdan geriye bir tek, uçuşan bir taç yaprağı kalmıştı.
Avucundaki taç yaprağıyla içini çekerek ağlamaya devam etti. Sadece kızın bulanık sesini duymuştu:
“Keşke yapabilseydim… Bende sonsuza dek seninle olmak istiyordum. Ne olursa olsun… Bu kader. Seninle geçirdiğim zaman benim için çok değerliydi ve bunu hiçbir şey değiştiremeyecek. Ama şuandan itibaren seni izlemeye devam edeceğim. Lütfen beni unutma. Kiraz ağacı kesilmeden önce ondan bir dal kes ve evine götür. O sana beni hatırlatsın. Lütfen ona dikkat et. Daima… Yanında olacağım… Yanı başında.”
Kızın sesi tamamen silindi ve sadece adamın ağlayan sesi yankılandı.
Dediği gibi yaptı, kiraz ağacından bir dal kesti ve evinin bir köşesini onun için hazırladı.
Daha sonra kızı bir daha hiç görmedi, sesini bir daha hiç duymadı ama hayatı boyunca, ne olursa olsun, kaç mevsim, kaç yıl geçerse geçsin, dal hiçbir zaman solmadı ve üzerinde her zaman güzel çiçekler açtı. SON
*: Jizou; çocukların ve yolcuların koruyucusu olan bir Budadır. (Bkz. Bodhisattva)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder